GENEK HİKAYE 2

GENEKLİ GÜLLÜ GELİN

ein Bild

 

Tarih: 1860-1920
Yer: Genek Köyü. Anadolu'da küçük bir köy, evleri yüzyüze bakan. İnsanları fakir ama kendi dünyalarında yaşayan mutlu bir köy.
   Güzel mi güzel, alımlı mı alımlı, hayat dolu genç çalışkan vefakâr cefakâr bir kız
    Güllü herkesten sonra yatar, horozlarla kalkar, güneş onun yatağının üstüne hiç doğmazdı. Güllünün kalktığında dere boyunca uzanan kavak ağaçlarında gecelemiş serçeler de uyanır, cıvıl cıvıl mutluluk şarkılarıyla doğan güneşi karşılarlardı.
       Güllü ineği sağar, sığıra salar; sütü pişirir, yayığı yayardı, kapıyı bacayı süpürür, damı taşı tutardı. Allı üçetekleriyle başı yaşmaklı bakır bakraçlarını kollarına alıp taslıya suya giderken bakraç gıcırtısından güllünün geçtiğini bilirlerdi.
   Güllü gönlünü komşunun oğlu Ali'ye kaptırmış ama edebinden hiç belli edememişti. Ali ile evlendirilen Güllü büyük küçük hiçbir erkeğin önüne geçmez, erkekler gelip geçene kadar kenarda başını öne eğip beklerdi. Büyük akrabalarına gelinlik eder, yüksek sesle konuşmazdı. Sofrada bir eliyle kaşık tutarken diğer eliyle de yaşmağıyla ağzını göstermeden karnını doyurmaya çalışırdı. Onlar otururken güllü gelin odanın gerisinde ayakta beklerdi. Gelin olmanın gereği de bu idi. Töreler çok katı bir şekilde yürürlükte idi.
      Yiğit gelindi Güllü. Erkekler kadar yiğit, kendine güvenen ümitle hayata sarılan biriydi. Daha beş yıllık evli iken üç çocuk doğurdu, koçlar gibi üç oğlan.
      Günlerden bir gün köye iki zaptiye geldi. Askere alınacak gençleri topladılar. Çünkü Osmanlı harbe girmiş Ruslar Tuna'yı geçip Pilevne' ye gelmişti.
      Ali de o gün köyün diğer gençleri gibi asker oldu. Dualarla ağıtlarla uğurladılar Kaşharman' dan. Kısa boylu, kiremit yüzlü yiğitler ateşe uçan kelebekler gibi gök ekinli tarlalardan güneşin doğduğu yere doğru uçup gittiler. İçlerine akıttılar gözyaşlarını, arkalarına bakmadan yürüyüp gittiler.
      Yapabileceği bir şey yoktu üç oğluyla baş başa kaldı Güllü, kaderiyle baş başa. Karasığır öküzleriyle herk yaptı, tohum saçtı, ekin ekti; gözyaşlarıyla suladı toprağını, hasretiyle umutlarıyla bekledi yiğidinin gelmesini. Aylar yıllar geçti, ümidini kaybetmedi. Ne bir mektubu geldi Ali'nin ne de künyesi. Ali Ruslara esir düşmüştü. Bükreş'e götürülmüştü. Güllü ne bilir Rusu ne bilir Bükreş'i. 

 
 
ein Bild

      Çocuklar düşe kalka, yarı aç yarı tok yalın ayak başıkabak büyüdüler. Soğuk kış gecelerinde isli çıra ışığında aydınlandılar. Ocakta yanan tezek dumanında ısınarak üçü bir yatakta birbirine sarılarak uyur, sabahları gülerek kalkarlardı, üç kardeş güreşe tutuşur, odanın altını üstüne getirirlerdi. Güllü gelin, donsuz bacaklarına şaplağı yapıştırır, hem üzülür ağlar hem de çocuklarıyla gurur duyardı. Zorlu, çileli yıllar akıp geçti, çocuklar artık annelerinin yükünü üzerlerine almışlardı. Büyük oğlunu evlendirip tarlaya bir ırgat daha katmayı düşündüğü günlerde köye yine iki zaptiye geldi.
      Zaptiyeyi hiç sevmiyordu Güllü evinin direği, gözünün bebeği Ali'sini onlar alıp götürmüşlerdi. Dünyanın en büyük devletleri toplanmış Osmanlıyı parçalayıp yok etmek için gelmişlerdi. Seferberlik ilan edilmiş, eli silah tutan herkesi askere alıyorlar. Güllüye üç oğlundan ikisini askere alacaklarını söylediler kocası Ali'nin gittiği gibi iki oğlu da ellerinin arasından kayıp gitti Gülü'nün.
      Güllü yine ağıtlar yaktı ağladı bağırdı ama bir Allah'ın emri bir devletin emrine karşı durmak olmazdı.
    Gözleri hep Kaşharman'dan aşıp gelecek oğullarını bekledi. Gözyaşları hiç durmadı, yüreğinin ateşi hiç sönmedi Gülü'nün. Taki büyük oğlu Mehmet'ten mektup alana kadar. Güllü kocası gideli hiç bu kadar sevinmemişti. Yüreği yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Mektubu öptü, kokladı, bağrına bastı.

 

ein Bild

 

      NOT:Bu Mektup Mehmet'in Son Mektupuydu.
      Mehmet Çanakkale'de 25 Nisan 1915 yılında Conk Bayırı'nda göğsünden yediği yedi kurşunla şehit oldu. Hasan da Allahuekber dağlarında 26Aralık 1915de - 45 derecede tatlı bir uykuya daldı. Hala uyumaktadır. Ruhları şad olsun.
Güllü kadın daha 45'ine girmeden 80'lik ihtiyar gibi oldu; yüzleri kırıştı, beli büküldü. Hayatın olanca acımasızlığına daha fazla dayanamadı. Bir ikindi namazının son oturuşunda tevekkülle dururken yan tarafına yıkıldı ve kocası Ali'ye oğulları Mehmet ve Hasan'a kavuştu. Akşamla yatsı arasında kilime sarıp defnettiler. Ne bir mezar taşı oldu Güllü' nün ne de arkasında dua edeni. En küçük oğlu hasan 2 ay sonra veremden öldü.
                
    Şöyle yazmıştı Mehmet mektubunda:
    Canım anacığım ben şimdi Gelibolu'dayım. Üç yanı derya ile kaplı küçük bir tepe. Yedi düvel toplanmış dağ gibi gemilere binip gelmişler. İngiliz gâvuru çok kalleş savaş ediyor. Karada keklik gibi avlıyoruz. Burayı onlara mezar edeceğiz. Kardeşim Hasan'dan mektup aldım. Hasan'ı Erzurum'a göndermişler anacığım. Çok kar yağmış çokta soğukmuş. Keşke bana ördüğün yün çorapları da Hasan'a verseydik ana. Sarıkamış'a gideceklermiş Rusları tepelemek için. Şimdilik kardan evlerde kalıyorlarmış. Gözleri de iyi görmüyormuş.

    Anacığım siperde dinlenirken yorgunluktan uyuya kalmışım bir rüya gördüm. Dünya güzeli bir kızla düğünüm oluyor. Odanın önünde davullar çalınıyordu. Herkes gülüp oynuyor du. Babamda ordaydı kardeşim hasanda. Çok sevinmiştim. Sen yine ağlıyordun anacığım sen hep ağlıyordun .

 
 
 

                                                                  Hulusi TAŞ

ein Bild

 


Copyright © t@s yapım 2008-2012
 
 
www.dostyurdu.com

 
Esma-ul Husna
 
Bugün 6 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol